top of page
  • İdil Tabakoğlu

Düşünce Özgürlüğü

Düşünce özgürlüğü… Belki ilkokulda belki ortaokulda hak ve özgürlüklerimizi öğrenirken hafızalarımıza kazınan bir terim. Peki, düşüncenin engellenmesi öldürür mü? Düşünce ve ifade özgürlüğü, uğruna dünyanın dört bir yanındaki insanların kanla canla mücadele ettiği kutsal bir hakkımızdır. “Düşünüyorum, öyleyse varım.” (René Descartes) ne kadar sadece düşünmenin öneminden bahseden klişe bir söz gibi görülebilse de esasen düşünmenin hayati değerini vurgulamaktadır. Sorumuza geri dönelim; düşüncenin engellenmesi ve sansüre uğraması öldürür. Öncelikle adaleti öldürür. Başlığın altında belirtildiği gibi bu özgürlüğümüz yasalar altında güvenceye alınmıştır ve aksi hukuka aykırıdır. Düşünceler sıkça adaletten yoksun bölgelerde engellenir veya yozlaştırılır. Çünkü adaletsizlik ve hukuksuzluğun karşısında nice güçlü düşünceler vardır ki tehdit olarak algılanırlar. Özgürlüklerin kısıtlanması adaletin de kısıtlanmasıdır. “Düşüncesini anlatmak hürriyeti olmadı mı, insanlarda hürriyet yok demektir.” -Voltaire


Sansür bir düşünce ile hayata geçen her türlü yayımın kontrol altında tutulması veya sınırlandırılmasıdır. Bazı durumlarda gerekli olsa da zaman zaman düşünce özgürlüğüne aykırı olarak kullanılır. Yol açtığı engeller ise fikri öldürür. Daha insanlara ulaşamadan onu bir kutuya hapseder. Fikirler gelişigüzel ortaya çıkmaz. Bir konunun düşünülmesi ve verilen emeklerle ortaya bir yazı, bir konuşma ya da herhangi bir ifade çıkması uzun bir sürecin paha biçilemez sonucudur. Etrafımızda tanıklık ettiğimiz her şey de bunun bir parçasıdır. Bu sonucu engellemek, onu öldürmektir. Bir düşüncenin kaleme alınıp daha sonra insanlara aktarılmasına engel olunduğunu varsayalım. İnsanlar düşünceleriyle var oldukları için bu düşüncenin sahibi ve verdiği bütün uğraşlar adeta yasadışı şekilde katledilmiştir. Çünkü aslında düşüncelerimiz kadarızdır. Ne eksik ne fazla. Bu ihlal kişiliğimizi çalmaktır ve özgür irademize bir darbedir. Özgürlüğün olmadığı bir ortamda sürdürülen şeye de yaşam denemez. Yani ölümden farksızdır. Üstelik durum tek bir kişinin özgürlüğünü kaybetmesinden ibaret de olmaz. Özellikle basının öncelikli amacı mağduriyet yaşayan insanların seslerini geniş bir kitleye duyurmaktır. Olayın topladığı ilgiyle ve getirdiği yankıyla ise gerekli yardım sağlanır. Düşüncelerimiz ve ifade ediş şeklimiz hayat kurtardığı kadar, bunun engellenmesi de olayların duyulmamış kalmasına yol açar ve ölümlere sebep olur.


Son olarak, sizce de düşünce özgürlüğünün elimizden alınması bizi bir bakıma yürüyen ölü yapmaz mı? George Orwell’in eseri “1984” bunu gerçekten çok net örnekliyor. "Yaşayanların değil de ölülerin yaratılabilmesinin ne kadar tuhaf olduğunu geçirdi aklından" (sayfa 58). Kitapta düşünce suçu diye bir kavram bulunan distopik bir dünya söz konusu. Üstte bahsettiğim gibi adaletten geri kalmış hiçbir iz göremiyoruz. İnsanların ne bir iradesi var, ne de adına hayat denebilecek bir yaşantıları. Yoklar. Çünkü dilediklerini düşünemiyorlar, aksi takdirde bu düşünceden kurtulana kadar işkencelere maruz kalıyorlar ve beyinleri yıkanıyor. Dünyada düşünce özgürlüğü çeşitli bahaneler altında insanlardan alınmaya devam ettiği sürece bizim bir farkımız kalacak mı? Silahların bile engellenmediği kadar gerçeği göz önüne seren düşüncelerimiz engelleniyor. Biri öldüren biri yaşatan. Düşünce özgürlüğünün olmadığı yerde, insan da yoktur. İnsan bir düşüncenin eseridir. Düşüncenin yokluğu: Ölümdür.

Commentaires


bottom of page