top of page
  • Birden Fazla Yazar

Mezun Röportajları - Ata Ege Nalbantoğlu - Harvard Law School


Şimdiye kadar üniversite hayatı nasıldı?

Ben genel olarak üniversite hayatını sevdim. Bence farklı bir hissiyatı var. Lisede kişinin yaşadığı bir özgürlük var; yeni bir yerdesin, yeni insanlarlasın. Bu da gerçekten güzel bir şey. Eğitim alanında kendi derslerini seçebilmen de çok güzel. Üniversite bunun üzerine biraz daha koyuyor benim görüşümde. Çoğunlukla yeni bir şehre gidiyorsun ya da kendi şehrinde kalmış olsan bile belki başka bir yere çıkma ihtimalin oluyor. Bu tarz şeyler okulun sana kattığı bir büyüme bence. Akademik bir büyüme değil belki ama hayat çoğu zaman akademik değil zaten. Bu yüzden okul dışında kendini geliştiriyor olmak iyi bir şey. Üniversite bana bunu kattı. Bunun dışında, liseye kıyasla üniversiteyi çok daha sevdim. Çünkü seçtiğim dersler ve akademik hayatım üzerinde daha çok özgürlüğüm var. İstediğin dersleri seçebiliyorsun, kendi patikanı kendin çizebiliyorsun. Bunlar benim hoşuma giden şeylerdi. Üçüncüsü de, üniversite genelde liseyle karşılaştırıldığında daha fazla insanı bir araya getiriyor. Özellikle yurt dışında okumak, farklı ülkeler ve senin belki hayatında asla tanışamayacağın farklı arka plandan insanın bir araya gelmesi demek. Bunlar benim sevdiğim ve istediğim şeylerdi. Covid öncesi ve sonrasını düşündüğüm zaman, bunların hepsini yaşamış olduğum için mutluyum. Bunlar üniversite denince benim aklıma gelen üniversite tadı ve kıvamında şeyler. Bu yüzden üniversiteyi liseden daha çok sevdiğimi bile söyleyebilirim.


Üsküdar Amerikan'da okuduğun zamanlar nasıl geçti? Üsküdar Amerikan bence zor bir okul. Bana soracak olursan, Türkiye’deki en zor lise derim. Genel olarak yönetim olsun, dersler olsun; kolayca içinden çıkabileceğin bir okul değil. Birçok şey yaşıyorsun ve birçok şekilde büyümen gerekiyor okulda başarılı olabilmek için. Bu iyi de kötü de olabilir. Kötü olabilmesinin nedeni liseye yeni girmiş oluyorsun ve birçok şeyi ilk defa yaşıyorsun. Bazen onlar üzerinde daha çok desteğe ihtiyacım olduğunu hissettiğim zamanlar oldu. Desteği bazen buluyorsun, bazen bulamıyorsun. Ama bence Üsküdar’ın en güzel yanı insanlarının güzel olması. Ben öğretmenlerimi hep çok sevdim. Uğur hoca olsun, Pelin hoca olsun… İnanılmaz insanlar gerçekten. Hep onlara danıştım. Okan hocayı da çok severim. Semiha hoca da öyle. Gerçekten çok iyi insanlar var ve bu insanlar hayatında bir önem taşıyor. Dolayısıyla, Üsküdar zamanım bunu bilene kadar çalkantılı geçti ama güzel insanlarla karşılaşıyorsun bir süre sonra. Üsküdar Amerikan zaten eğitim açısından çok iyi bir okul, sunduğu ve öğrencilerine kattıkları başta olmak üzere. Okurken bana sorulsaydı tabi “Çok zorlanıyoruz, böyle olmaz.” falan derdim. Hala da derim onu. Ama üniversite açısından düşününce farklı hisseden arkadaşlarımın aksine kendimi hazır hissediyordum. Umarım siz de "zordu ama iyi ki gitmişiz" dersiniz. Ben Üsküdar’ı sevdim açıkçası. Keşke liseye dönsem diye düşündüğüm çok zaman oldu üniversitede. Her şeyi geçtim, dersler kötü geçiyorsa da, en güzel kısmı hafta içi her gün gidiyordun, arkadaşlarını görüyordun ve o ortamı yaşıyordun. Bir daha yaşayamayacığım bir şey sonuçta. Bu yüzden belki oradayken değerini o kadar hissedemedim, ama şu an düşününce hayatımda özel bir yeri olan bir beş yıldı. Zorlayıcıydı, evet, sonuçta o yaşta hızlı bir şekilde büyümen gerekiyor. Birçok stres faktörü var: Üniversite kaygısı, arkadaş kaygısı; “Ben ne olmak istiyorum?” gibi soruların sorulduğu zamanlar...

Sence Amerika, İngiltere ile karşılaştırıldığında yaşam ve eğitim fırsatları açısından ne kadar iyi seçim? Ben İngiltere’de LSE’de bir sene okudum, şu an Amerika’da okuyorum. İkisini kafamda karşılaştırdığımda birçok farkları var. Eğitim açısından İngiltere’nin en büyük avantajı üç sene olması, yani dört sene eğitime kıyaslandığında daha kısa olması. Öğrencilerin çoğu üniversiteye ne okuyacağını bilerek, odaklanmış şekilde geliyor. Branşlarını seçip geliyorlar. Kısa olmasının nedeni de bu programın olması İngiltere’de. Akademik olarak öğrencilerin kendilerini keşfetmiş olduklarını varsayıyorlar. Bu doğru mu yanlış mı tartışılır tabii. Ben İngiltere’yi özellikle çok sevmiştim. Ama Avrupa’nın bir güzel yanı da ülkeler arası çok sıkı ve hızlı bir iletişimin olması. Londra’da okuyorsan örneğin Paris’e gidip gelebiliyor; hesaplı yolculuklar, planlar yapabiliyorsun. Öğrenciler için bulunduğun ülkede sabit kalmayıp bolca gezme imkanı var. Amerika’ya dönecek olursak, ne okuyacağına karar vermemiş halde gelebiliyorsun. Benim beş defa branş değiştirip sonuçta altıncısıyla mezun olan arkadaşım da var. Amerika böyle bir imkanı sunuyor ve bence daha sosyal. İngiltere’de çok daha az sosyalleşme vardı. Amerika’da sosyal gruplar ve kulüpler kültürün bir parçası: "frat"ler, "sorority"ler... Filmlerde falan gördüğümüz gibi miydi? Evet, bir kısmına kadar öyleydi. Ama gezme açısından daha zor bir yer. Amerika çok büyük ve her yer birbirinden uzak. Bir yere gideceksen, uçakla gitmelisin. Bu nedenle para konusunda biraz kısıtlanıyorsun. İngiltere’de harcayacağın paranın sana Amerika’da sunduğu seyahat daha kısa. Ama gezecek çok cazip yer var, ilginizi çekiyorsa. Bence Amerika ve İngiltere arasındaki en büyük farklar bunlar. İkisi arasında bir şey söyleyecek olursam, farklı zamanlarda doğru adreslerdi. Ben lisansa başlarken, Amerika’da olmak daha iyiydi benim için. Çünkü ne de olsa biraz keşif yapabildim ve kendi branşımın dışına çıkabildim. LSE’deki bir yıllık programda da Avrupa politikası, seçim hakları vb. ile uğraştım sonra da Harvard Law’a devam ettim zaten. İkisi de çok başarılı okullar ve gidebiliyor olmak da ayrıca çok güzel bir şey.

Harvard Law nasıl bir okul? Beklentilerini karşıladı mı? Harvard’ı duyuyoruz; medyada yansıtılan bir okul, mezunları biliniyor. Ama eğitim açısından “Acaba nasıl olacak?” diye düşünüyordum. Üsküdar’a, WashU'ya, LSE’ye kıyaslıyordum. Sonra gelince fark ettim ki çok farklı bir şekilde çalışıyor. Çünkü insanlar lisanslı okunduğu için Amerika’ya hukuku seçerek geliyor. Böylece çok konsantre bir eğitim atmosferine giriyorsun. Harvard’ı ayıran özellik, hocalarımızın çoğu ya ülkenin üst düzey savcıları ve hukukçuları ya da üst düzey politikacıları. Mesela Elizabeth Warren bizim okulda uzun yıllar "taxes" dersi vermiş ve şimdi kocası da "property" dersleri veriyor. Seni bu insanlarla iletişime sokuyor olması okulun ayırt edici özelliklerinden biri. Çünkü düşünülünce Amerika’nın belki elli hukuk okulu aynı dersleri veriyor ve ben bunların kaliteli hocalar olduğuna inanıyorum. Ama okulları birbirinden ayıran şey seni kimlerle iletişime soktuğu ve nasıl bir sosyal ağ sağladığı. Bizim okul bu özellikleri gerçekten üst düzeyde sağlıyor. Benim beklentimi karşıladı hatta beklentimin üstüne çıktı. Güzel bir deneyim oldu. Çok iyi bir hukuk eğitimi alıyorum ve mezun olunca iyi bir avukat olacağımı düşünüyorum. Umarım da olurum.


Neden avukat olmayı seçtin, nasıl bu alana yöneldin? Niye seçtiğim sorusuna benim kafamda iki ayaklı bir cevabı var. Birincisi, ben lisans öncesi stajlar olsun, lisans eğitimi stajları olsun, ne yapmak istediğimi düşünüyordum. Uzun süre düşündükten sonra, politikaya yoğunlaşmak istediğime karar verdim. Bu konuda profesör ya da akademisyen olma ihtimali vardı. Ama fark ettim ki, benim asıl ilgimi çeken politikanın içindeki yasal sistemler ve neden bu sistemleri seçiyoruz? Neden bu sistemler bizim için anlamlı hale geliyor? Sonrasında neden bu kadar zor? sorularıydı. Bu soruları sormaya başlayınca fark ediyorsun ki yasaların hayatımızda hem çok büyük bir işlevi var, hem de hakkında çok bilgimiz yok. Yasalar içinde yaşıyoruz ama bu yasalar neye göre yazıldı? Soru işareti. Düşündüm de ben hukuk eğitimi aldığım süreçte: bir, bu yasaları incelerken daha kalifiye olacağım ve insanlara yardım edebileceğim; ikincisi de bu sistemin daha çok içinde olmak istemem Hem yasaları yazmak; yazmayacaksam da bir mahkemeye gidip bu yasaların zarar verdiği insanları temsil etmek istiyordum. Politikadan hukuka geçişim böyle oldu. Onun dışında, sonuçta hukuk okuduğunda birçok şey yapabilirsin. Politika yapabilirsin, vakıflarda çalışabilirsin, devletle çalışabilirsin. Ayrıca özel hukuk da yapabilirsin. Bu opsiyonların varlığı hoşuma gitti.

Liseden üniversiteye geçişte Türkiye’de kalmak ve yurt dışına gitmek arasında nasıl karar verdin? Bu konuda bana birkaç hocam çok yardımcı oldu. Bilgili öğretmenlerle ve mezunlarla konuşuyordum. Hukuk yapmak istiyorum ve "bana en fazla fırsat ve seçenek sağlayacak yelpazeyi bana lütfen söyleyin" diyordum. Herkesin bana söylediği, Türkiye’de birçok iyi hukuk fakültesi var ama Türkiye’de hukuk okuduğun noktada coğrafi olarak kısıtlanıyorsun. Sonuçta, Türkiye’deki hukuk sistemi üzerine aldığın eğitim, çok kolay bir şekilde diğer ülkelerde çevrilemiyor. Amerika'nın buradaki farkı -bence hem iyi hem kötü- o kadar büyük bir dünya gücü haline gelmiş ki, örneğin İngiltere’ye gittiğinde hala Amerikan hukuku yapabiliyorsun. Ama Türkiye’nin hukuk sistemi öyle işlemiyor. Dolayısıyla Amerika’da hukuk eğitimi aldıktan sonra fırsatlar artıyor, en azından benim gözümden öyleydi. Ben bunu bu kadar etkin yapacaksam bana en fazla opsiyon verecek seçenek ne? Amerika. Kafama bu şekilde yattı. Şu ana kadar da iyi bir yatırım ve karar oldu.

Türkiye’de politika okumak istediğini söyleyen kişilere de Türkiye’de politikanın okunmaz olduğu ve menzuniyet sonrası pek bir yapılanamayacak olması söyleniyor. Ayrıca çok da riskli görünüyor. Sence bu düşünceler doğru mu? Bu düşünceleri çok duydum. Hukuk okumak istiyorum dendiğinde “Burası hukuk ülkesi değil.” deniyor. Bunlar bence çok doğru ve yazık şeyler. Çok zeki öğrencilerin yetiştiği bir ülkede onların belki tırnağı bile olamayacak insanlar üst düzey pozisyonlara geliyorlar ve onlarla savaşılması gerekiyor. Bu çok yıpratıcı. Bunun nasıl düzeltileceği konusunda kafa yoruyorum ve üzülüyorum. Türkiye’nin bir hukuK ülkesi olması ve hukukçuların değer görmesi lazım. Ama maalesef şu anda gerçekler bu yönde değil.

Mezun olduktan sonra planların neler? Mezuniyet sonrası planlarım çok güncel çünkü şu an onları yapıyorum. Amerika’ya dönünce röportajlar başlayacak. Yarın dönüyorum. Bizim okulun "EIP" (Early Interview Program) denen bir programı var. Biraz farklı bir dinamiği var bunun çünkü normalde işe başvurulur ve sonra süreç ilerler. Bizdeki sistemde, bin farklı şirket öğrenci almaya çalışıyor. Öğrencilere bu farklı ülkeler ve insanlar barındıran bin şirket arasından seçim yapmaları söyleniyor. Mesela diyorsun ki "ben otuz farklı şirketle görüşmek istiyorum". Onları piyango gibi seçiyorsun ve eğer eşleşirseniz konuşabiliyorsunuz. Ben New York istiyordum. Bu yüzden otuz New York firması seçtim ve dönünce onlarla konuşacağım. Benim odaklanmak istediğim alan biraz daha şirket hukukuna kayıyor. "Corporate Governess" denen bir şey var; şirketin üst düzey yöneticileri ile şirket arası ayrılıklar, evlilik ve boşanmaları ve bu konularla ilgileniyor ya da şirketlerin satın almaları ve satışları ile ilgilenen "Mergers and Acquisitions" alanı var. Benim hayalim bu işi uluslararası bir şekilde yapmak. Londra’da bulundum, New York’da bulundum. Bunları birleştirip bir kariyer kurmak istiyorum. Tabii bu 10 yıllık bir plan. Başlangıcı New York’da olacak ama hayalim Türkiye için yararlı işler yapmak ve Türk şirketlerini dünyaya tanıtmak. Yani Türk girişimcilerine destek olmak. İnsanlar ile konuşurken fark ettim ki, Türk şirketleri özellikle Amerika’da avukat bulmakta zorlanıyor çünkü ya dolandırılıyorlar, doğruyu söylemek gerekirse, ya da çok butik şirketlerle çalışmak zorunda kalıyorlar. Bu durumu değiştirmek ve güvenilir bir aday olmak istiyorum.


-Cemre Bahar Boz & Selin Beyazkoç

Comments


bottom of page