top of page
  • Yazarın fotoğrafıNehir Elkin

Öğretmenler Günü Röportajları - Altan Kılıç

İlk ne zaman ve neden öğretmen olmaya karar verdiniz?

İlk olarak öğretmen olmaya karar verişim nişanlanmam nedeniyle idi. Aslında öğrenci iken arkadaşlarımın davranışları nedeniyle “Ben öğretmen olsam bu davranışlara sabredemem” diye düşünüyordum. İdeal olarak örnek aldığım öğretmenlerim vardı. Öğretmenliğin çok sabır gerektiren bir iş olduğunu biliyordum. Normal hayatta sabırlı biri olmadığımı düşünürüm. Fakat öğretmen olduğumda öğrencilerime karşı oldukça sabırlı olduğumu görünce kendime şaşırdım. Bir de öğretmen profili olarak olumsuz örnekleri çok gördüm öğrenciliğimde. ”Ben öğretmen olursam asla bu davranışları yapmam“ diyordum kendi kendime. Yani iyi örneklerle birlikte kötü örnekler de vardı. Öğretmenliğin bir idealizm gerektirdiğine inanıyorum. Mesleğini sevmeyen insanların bu mesleği yapmaması gerektiğini düşünüyorum. Ben branş farketmeksizin ancak sevgi ile yapılabilecek bir meslek olduğunu düşünüyorum öğretmenliğin. Öğretmenlik mesleğini seviyorum. Sizin gibi gençlerle düşünsel bağlamda bir ilişki içinde var olmak anlamlı geliyor. Sanırım bu sorunuz için yeterlidir açıklamalarım.


Neden din kültürü ve ahlak bilgisi öğretmeni olmaya karar verdiniz? Kararınızdan memnun musunuz?

Çok zor, bir o kadar da macerası uzun bir soru bu. Ama yine de açıklamaya çalışayım. Ben Karabük İmam Hatip Lisesinde okuduğumdan üniversite dönemi geldiğinde İlahiyat Fakültesi yazmayı hiç düşünmedim. Adalet duygusu bende hep yüksek bir duygu oldu. Çocukluk ve ilk gençlik çağlarımdan beri hep böyleydi. O sebeple Hukukçu olmayı istedim hep. Bizim dönemde tercihler sınav sonuçları açıklanmadan tahmin üzere yapılıyordu. 24 tercih hakkınız vardı. Ben tercihlerime Hukuk Fakültelerini yazmıştım ve başka da tercih yazmamıştım. Fakat son gün babam lise öğretmenlerimin gazına gelerek müdahalede bulundu ve ilahiyatı üst sıralarda bir yerlere ekletti. Ben de nasıl olsa gelmez diyerek yazdım. Sınavdan sonra Bodrum’a aile işletmesine çalışmak üzere gittim. Sonuçlar açıklandığında şok oldum. Ablam işyerini telefonla arayarak haber verdi. Kardeşim istediğin bir şehir geldi ama istediğin bölüm gelmedi dedi. Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dedi. Ben de isyanı bastım babaya. Ben gitmem dedim. 1 yıl daha dershaneye giderim Bodrum’da dedim. Fakat babam ısrarla gitmem konusunda baskı yaptı. Macera bundan sonra başladı. Gittim ve hazırlıkta iki sene üst üste kalınca okuldan atılınabildiğini öğrendim. İki yıl üst üste hazırlıkta kalmayı başardım. Tam okuldan atılıyorum ve tekrar üniversite sınavına girme şansı elde ediyorum derken kaderin ağlarını farklı ördüğünü anlamamın ilk işareti geldi. Sadece o yıla özgü hazırlıkta kalmayı kaldıran bir yönetmelik yayımlandı. Mecburen devam ettim okula. Çünkü ailenizi ikna edemiyorsunuz. Ama mücadeleyi sürdürdüm ailemle. Derslere az katılıyor ve ilahiyat kantininde Neşet Ertaş türküleri söylüyordum. Fakültede aykırı bir tip olarak tanınıyordum artık. Delidir ne yapsa yeridir cinsinden. Yaz tatillerinde ailem Safranbolu’da oturmasına rağmen bana Bodrum’a ailenin ortak olduğu işletmeye çalışmaya gitmem söyleniyordu. Bu arada dersleri hep asıyor katılmıyordum. Zayıflar artıyordu. Sonunda bir kaç yıl sonra babayı ikna etmeyi başardım. Fakat bu sefer üniversitelerde katsayı problemi başladı. İmam Hatip mezunları artık istedikleri fakültelere giremiyordu. Ben de çözümü yurtdışına gitme girişiminde buldum. İngiltere’yi araştırdım ve orada Hukuk okuyabileceğimi öğrendim. Hazırlıkları yaptım. Önce dil okuluna ön kayıt yaptırdım. Ardından vize müracaatı yaptım. Randevum 17 Eylül 2001 günüydü. Artık istemediğim bir bölümü okumaktan kurtuluyorum derken…. Bilin bakalım ne oldu? 11 Eylül 2001 Amerika’da terör saldırıları uçaklar ikiz kulelere girdi. Bütün vize başvuruları iptal. Benim için artık dönüm noktasıydı. Artık kesin olarak bir ilahiyatçı olmamı hayatın bana dayattığına karar verdim. Sanki tüm kurgu beni Din Kültürü öğretmeni yapmak üzere kurulmuştu. Bununla yüzleşmek zorundaydım artık. Alttan kalan 72 dersi artı hazırlık Arapçasını 4 dönemde iki yıl içinde verip fakülteyi bitirdim. En son dekan yardımcısının oğlum her dönem bu kadar ders verebiliyorsun şimdiye kadar neden bekledin dediğini unutmuyorum:)) Yani 5 yıllık fakülte 8 yılda bitti. Okul uzatmanın faydası oldu mu derseniz elbetteki oldu. İlahiyat Fakültesinde İslam Hukuku bölümünü seçmiştim. Profesör Hocalarımla birebir dersler yapmak durumunda kaldım. O süreç sorgulama,anlamaya çalışma ve kendine özgü bir din anlayışı oluşturma şeklinde bir imkan sundu. Dinin farklı boyutlarını keşfetmeme neden oldu. Geleneksel ve kurumsal bir dinden çok bireysel bir algı ile yorumlanabilir boyutları kavramış oldum. Bu travmatik süreç ayrıca beni tasavvuf ile ilgilenmeye de itti. Benim için tam bir “Yunus Emre” hayranı diyebilirsiniz. “Anadolu İslamı” diye tabir edilen Ahmet Yesevi, Mevlana, Yunus Emre ve Hacı Bektaş Veli gibi düşünürlerin bakış ve anlayışıyla yoğrulmuş evrensel bir din olgusunun tesirlerini taşıdığım söylenebilir. Özünde insan sevgisi olan bir anlayışla hayata bakmayı benimseyenlerdenim. Ayrıca bu zorlu geçen dönemlerden sonra Üsküdar Musiki Cemiyetinde üç yıl eğitim aldım. Sanat Müziğini ve makamlarını öğrenme şansım oldu. Bundan 6 yıl önce Anadolu Üniversitesi Adalet Bölümü’nü bitirdim. Tüm bu eğitimler ışığında dini anlamaya çalıştım. Dinin anlamaya çalışılan bir olgu olduğunu düşünürüm hep. Dayatmacı bir yaklaşımın insan doğasına aykırı olduğuna inanıyorum. Sonuç olarak şunları söyleyebilirim; Öğretmenlik mesleği çok güzel bir meslek elbette. Ben kendimi Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi öğretmeninden önce “öğretmen” olarak tanımlıyorum. Sonra “Din Kültürü Öğretmeni” olarak kabul ediyorum. Bölümümü severek seçmemiş olsam da öğretmenliği severek seçmiş biriyim. Geçmişe dönüp baktığımda iyi ki bu tecrübeler yaşanmış diyorum. Din anlayışım gelenekselden biraz farklı ise bu geçmişin tecrübeleriyle oluşmuştur. Din konusundaki farklı bakış ve anlayış tarzını öğrencilerimle birlikte irdelemekten mutluyum. Şu anki hali de seviyorum. Yani Din Kültürü Öğretmeni olmaktan mutluyum. Hele bir de öğrencilerim benim için çok değerlilerdir. En haylazından en masumuna hepinizi seviyorum.


Sizi en çok etkileyen öğretmeniniz kimdi? Sizin üzerinizde nasıl bir etkisi oldu?

Beni en çok etkileyen öğretmenim yaklaşık 6 ay evvel Covid 19’dan genç denilebilecek yaşta kaybettiğim Safranbolu’daki ilkokul öğretmenimdir. Kendisini kaybetmenin hüznünü hala yaşamaktayım. Benim üzerimdeki hangi etkisini anlatsam bilemedim. O kadar çok ki… Müziğe olan ilgimi onunla farkettim. Şiir okuma yeteneğimi o keşfetti. Tiyatro yeteneğim olduğunu onunla anladım. Atatürk sevgimi ona borçluyum. Vatan sevgimi ona borçluyum. Mazlum insanların ve ezilenlerin yanında olmam gerektiğini ondan öğrendim. Daha çok sayabilirim ama sanırım bu kadar yeterli. Onu çok özlüyorum. Kendisi ile en az ayda bir telefonlaşırdık. Düşünün ilkokuldan beri. Benim için öğretmen odur. Kendisini tekrar rahmet ve saygıyla anıyorum. Benim için büyük bir kayıp...


Öğretmenlik yaptığınız süre zarfında sizi en çok mutlu eden olay neydi?

Öğretmenlik yaptığım süre zarfında beni mutlu eden çok olay var. Bazen teşekkür içeren özel mailler alıyorum. Ama daha stajyer öğretmen iken yaşadığım bir olayı anlatabilirim. 17 yıl önce ilköğretim 7. Sınıflarda konu vatan sevgisiydi. Cumhuriyet Bayramı öncesinde derste Kurtuluş Savaşı yıllarında başta Atatürk olmak üzere atalarımızın bize bu cennet vatanı nasıl kazandırdıklarını anlatırken duygulanmıştım. Tabi doğal olarak öğrencilerim de duygulandı. Benim sırtım kapıya dönük ve öğrencilerden bazıları sanki o yıllardaymışız gibi ağlıyor benim de gözlerim nemli. Müdür muavini sınıfların camından dersleri takip ederdi. Birden kapı açıldı ve hocam öğrencileriniz ağlıyor neler oluyor dedi ve bana bakıp benim de gözlerimde yaşlar görünce şaşırdı. Ben de konumuz Kurtuluş Savaşı hocam diyebilmiştim. Sonrasında bir velimiz görüşmeye geldi ve “Ben dinci insanları sevmiyorum. Ama sizden sonra dincilik ile dindarlık arasındaki farkı anlamış oldum” diyerek teşekkür etmişti. Bu farkı anlatabilmiş olmak beni çok mutlu etmişti. Bir de UAA’ya ilk geldiğim yıllardı. Bir velimiz bahçede benim yanıma gelip “Hocam ben ateistim, babam ateistti, dedem de ateistmiş. Ben Kazasker Paşa'nın torunuyum. Ama kızım sizi çok seviyor en azından kültürel olarak dini öğrenmesini istiyorum” demişti.

Buna benzer şeyler insanda iz bırakıyor.


Derslere başlamadan önce söylediğiniz “Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer!” sözü size ne ifade ediyor? İlk ne zaman derslerinizi bu sözle açmaya başladınız?

Gelelim “Izdırabın sonu yok sanma, bu alem de geçer” sözüyle ders başlatmaya…

Bu şiir Neyzen Tevfik’e ait “Geçer” şiirinin başlangıç mısrasıdır. Bu başlangıç benim şahsi anlam yolculuğum ile birlikte başlayan ve genel olarak hayata dair gözlemlerimin ışığında oluşmuş bir durumdur. Esasen beni öğrencilerim dinin politikaya alet edilmemesi konusundaki hassasiyetimle bilirler. Bu bir kapitalizm ve bunun yanında din sömürüsü anlayışına bir tepkidir aslında. Şiirin tamamı okunduğunda ne söylemeye çalıştığım daha iyi anlaşılabilir. Neyzen Tevfik’e olan sevginin yanında İslam Dininin yarı sosyalist bir din olduğuna inananlardanım. Temel olarak da müslüman bir toplumda fakirlik varsa o toplum gerçekten iman edip etmediğini sorgulamalıdır diyorum. Bu benim bir görüşüm. Bununla birlikte insani açıdan değer yargılarımızdaki aşınmaya ve evrensel insani değerlerden uzaklaşarak yaşadığımızı gözlemlediğim için kendimi bu şekilde ifade ediyorum. Yani benimkisi bir umut ve hayalden ibaret. Aslında öğrencilerimi empatiye davet ederken bir merhamet yangını çıkar da tüm ülkeyi sarar diye tımarhanelik bir hayalin peşinden koşuyorum. O kadar çok kibir yüklü insanla karşılaşmaktan yorulmanın getirmiş olduğu bir boyutu da var elbet. Her birimizin kendimizle yüzleşmemiz gerektiğine inanmanın bir yansımasıdır bu açış. Sanırım emekliliğime kadar derslerimi böyle açmaya devam edeceğim. Tabi burada bi hatırlatma yapayım ben “Izdırabın sonu yok sanma” diyorum, öğrencilerim “ bu alem de geçer” diyorlar. Yani paylaşıyoruz!


Üsküdar Amerikan’daki öğrencilerin dini görüşlerinin birbirinden çok farklı olduğunu göz önünde bulundurursak neden bu okulda din öğretmek istediniz?

Ben öğrencilerimin farklılıklarını bir zenginlik olarak görenlerdenim. Dinin propagandasının yapılmasını yanlış bulurum. Din anlamaya çalışılan bir olgudur benim nazarımda. Dolayısıyla elimde iman ölçen bir alet ile “imanometre” derse girmiyorum. Şu ana kadar hiçbir öğrencime neye inandığını sormadım. Sadece din hakkındaki düşüncelerini sordum. Göbeklitepe insanlığın en eski yerleşim birimi. Orada bile bir tapınak var. Yani insanlık tarihi kadar eski bir kavramı anlamaya çalışıyoruz hep birlikte. Olaya bakışım bu şekilde. Okula gelişim part-time öğretmen ihtiyacı nedeniyle oldu. 10 yıldır da sürüyor. Yıllar içinde güzel dostluklar edindik. İdaremizden öğretmen arkadaşlarıma ve diğer çalışanlara beni bağrına bastıkları için minnettarım. Hep sevgi ile anacağım insanlar ile çalışıyorum.


Hem Saint Joseph’te hem Üsküdar Amerikan’da din hocalığı yapıyorsunuz, iki farklı kültürlü okula din hocalığı yapmak size ne kattı?

Evet bu hep sorulan bir soru. Aslında iki okulumuzun da kendine özgü yanları var. Ama öğrencilerimiz hep bana bizi mi onları mı daha çok seviyorsunuz? diye soruyorlar. Bu çok yanlış bir soru bence. Ben iki okuldaki öğrencilerim arasında hiçbir zaman ayrım yapmadım. Bunu doğru bulmuyorum. Ne kattığına gelecek olursak Amerikan tarzı eğitim ile Avrupa tarzı eğitim anlayışının nüanslarını anlamama vesile oldu. Aslında iki okulumuzun da benzer yanları var. Farklı yanları da var. Bunu tecrübe etmiş oldum. Bazen gayri-müslim öğrencilerim derste kalmayı tercih ediyorlar. Onların dinleri ile ilgili de bilgiler alıyoruz. Gönüllü sunum yapmak isteyen bile çıkıyor:)) Kültürel bir zenginlik ortamı da yaşıyoruz. Bu da ayrı bir renk katıyor. Söyleyeceklerim bu kadar. Beni bu röportaj için uygun bulmanız dolayısıyla çok teşekkür ederim. Bu vesile ile tüm öğretmen arkadaşlarımın öğretmenler gününü kutlarım. Hepinize sevgiler, saygılar.

Yorumlar


bottom of page